Islahattan Yenileşmeye: Bir İmparatorluğun Dönüşümü

Neden Osmanlı yöneticisi, devlet adamları devleti ve toplumu ıslah etme ihtiyacı hissettiler? Aşağıda sıralanan sebepler Osmanlı devlet adamı ve düşünürlerini devlet ve toplum üzerinde düşünmeye itmiştir.

  1. Ekonomik kriz sosyo-ekonomik yapıyı alt üst etmiştir. 16. yüzyıldan itibaren temel ticaret rotalarındaki eksen değişikliği Akdeniz ülkelerinin ticaret gelirlerinde bir değişim yaratmakla sınırlı kalmadı, aynı zamanda, Amerika’da oluşan yeni kolonilerden bolca gümüş tedariki yapılmasının etkisiyle Avrupa’da gümüş para bolluğunu ortaya çıkardı. Bu değişim, Avrupa’da ve Osmanlı Devleti’nde gıda ürünlerinin fiyatlarının artışına sebep oldu. Ayrıca, fiyat artışları tağşiş gibi dönemin para politikalarının yeni tablo üzerindeki olumsuz etkisiyle de birleşince Osmanlı Devleti’ni de içine alan enflasyonist bir dönem açığa çıktı. Dünya sisteminin eksen kayması sonucu ortaya çıkan bu ekonomik kriz mevcut tabloyu daha da derinleştirecek Celali İsyanları, demografik hareketlilik, askerî isyanlar gibi pek çok faktörle iç içe geçerek daha uzun yıllar devletin büyük problemlerinden biri olarak yerini korudu. Dünya ticaret yollarının Akdeniz’i kaderi ile baş başa bırakıp Atlantik kıyılarına doğru yer değiştirmesi Avrupa’da kapitalizmi doğururken, İslam ve Osmanlı dünyasının kendi içine kapanıp Orta Çağa doğru gitmesi, büyük tüccarların yerini günü kurtarmaya çalışan küçük esnafa bırakmasına neden olmuş ve etkileri yüzyıllar süren sorunlara yol açmıştır.
  2. yüzyıl’daki siyasi kriz (meşruiyet) Osmanlı Devleti’nin egemenlik anlayışını zorlamıştır. Yeniçeriler, II. Osman’ı katlettiğinde dokunulmaz sultan imgesini de yıkmışlardır. II. Osman’ın katlinde yeniçeri ile ittifak içinde olan ulemanın hanedan nezdinde konumu tartışılır hâle gelmiş, sultanın kendine sadık yeni ordu arayışları, Osmanlı modernleşmesinin seyrini belirlemiştir. Bir tarafta kendi varlığını tehlikeye sokan ordu ve diğer tarafta ordu ile ittifak içinde bulunan ulema, sultanın baş etmesi gereken güç odakları hâlini almıştı. Sultanın kalemiyeyi merkeze alıp devleti modern anlamda bürokratik devlete dönüştürme isteği, kuşkusuz sözünü ettiğimiz isyan ve ihtilallerden bağımsız düşünülemez. Sultanın meşruiyetini sarsan bir başka önemli gelişme de Edirne Vakası’dır. Ulemanın siyasi anlamda nüfuzunun doruk noktasını temsil eden Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin katli (1703) ile sonuçlanan Edirne Vakası’nda sultanın meşruiyet krizi doruğa çıktı. Bu isyan sırasında ilk defa Âl-i Osman’a (Osmanoğulları) alternatif teşkil edebilecek yeni saltanat arayışları görüldü. İsyancılar arasında devletin Osmanlı hanedanı tarafından idaresi meselesi tartışıldı. Onların yerini alması bakımından Kırım Hanedanı ve hatta Sokullu’nun torunları İbrahim Hanzadeler gibi başka güçlü aileler öne sürüldü.
  3. Çocuk yaşta kişilerin padişah olması merkezî yönetimi zaafa düşürdü. Kanuni’nin zevcesiyle başlayan kadınlar saltanatı; Nurbanu, Safiye, Kösem ve Turhan sultanlar zamanında yüz yıl sürmüştür. Kösem Sultan rakibi Mahfiruz kadının oğlu II. Osman’ın tahta çıkmasını engelleyerek Osmanlı tarihinde ilk kez sultanın oğlu yerine kardeşi Mustafa’yı tahta çıkartmış ve veraset sistemini değiştirmiştir. Kızlarağası ise Mustafa’nın akli dengesinin bozukluğunu fırsat bilip II. Osman’ı tahta çıkartmıştır. Valide Kösem, yeniçeri ağaları ile anlaşmış ve Osman’ı tahttan indirerek yerine 12 yaşındaki kendi oğlu IV. Murat’ı tahta çıkarmış ve onun çocukluğu boyunca yeniçeri ağaları ile beraber devleti idare etmiştir. II. Selim’den itibaren Osmanlı sultanlarının ordunun başında sefere çıkmamaya, sancaklarda valilik yapmamaya başlamaları onların devlet ve halktan kopmalarına neden olmuştur.
  4. Askerlikle ilgisi olmayan kişilerin ocağa alınması ile birlikte Yeniçeri Ocağı bozulmuş, Yeniçeriler savaşmak yerine esnaflık işine soyunmuşlardır. 1683 Viyana bozgunu sonrası Yeniçerilerin İstanbul’u yağma etmeleri karşısında İstanbul esnafının kepenk indirip isyan etmeleri toplumsal huzurun bozulmasına neden olmuştur.
  5. Tımar sisteminde bozulmalar, tımarı elinden alınıp kapı kullarına verilen tımarlı sipahilerinin birer âyana dönüşmesi, devletin paraya ihtiyacının artmasıyla tımarların iltizama dönüşmesi; mültezimlerin vergi toplayabilmek için âyanlarla işbirliğine yönelmeleri, âyanların güçlenmesine ve merkezî yönetimin zayıflamasına neden olmuştur.
  6. Ticaret yollarının değişmesine paralel olarak dünya ekonomik sisteminin değişmesi, gümrük gelirlerinin azalmasına neden olmuştur. Mali güçlükleri aşmak için paranın değerinin düşürülmesi isyanların çıkmasına neden olmuş; Celali İsyanlarının neredeyse yüz yıl sürmesi Anadolu kırsalında toplumsal yaşamı felç etmiştir. Tarım ve hayvancılık yapılamaz noktaya gelmiştir. Ağır vergiler yüzünden Anadolu köylüsü toprağını bırakıp çift bozan olmuş; büyük şehirlere göç etmiş, göç dalgası şehir yaşamını olumsuz etkilemiş, asayiş ve güvenlik sorunları ortaya çıkmıştır.
  7. Medreselerden mezun olan öğrenciler iş bulamayınca yol kesmeye ve soyguna başlamış, Suhte İsyanları diye bilinen isyanlarda yer almışlardır.
  8. Rüşvet, yolsuzluk toplumsal yapının bozulmasında en önemli unsur olarak öne çıkmıştır.

Yukarıda sıralanan sebeplerden dolayı ıslahat raporları kaleme alınmaya başlanmıştır. Islahat risalelerinin başlangıcı 16. yüzyıla değin gitmektedir. Kanunî’nin başveziri Lûtfî Paşa’nın Asafnâme adıyla kaleme aldığı küçük kitapçıkta devlet kurumlarında görülen çözülmeler belirtilmeye çalışılmıştır. Lûtfî Paşa’yı aynı yüzyılda Mustafa Ali Künhü’l-Ahbar adlı eseriyle devam ettirmiş ve Gelibolulu Mustafa Áli’yle birlikte siyasi eleştiri mahiyetindeki nasihatname türü gelenek hâline gelmiştir. Nasihatnameler günümüz tarihçiliği için önemli malzemeler olarak görülse de bunların analitik olarak ele alınması gerekmektedir. Bunda nasihatname yazarlarının kendi gözlem ve analizlerinin tarihsel gerçeği yansıttığı iddiasının büyük payı vardır. Bunda ya yazarların bulundukları mevkide kalmak istemeleri ya da görevden alındıktan sonra kinlerinden dolayı kaleme aldıkları bu tür eserler genelde aynı tarihlerin seçimi ile başlar. Bu tarih hicri 1000 yıllarıdır. Bu tarih Osmanlı Devleti’nin ilk yenilgisine karşılık gelmiş ve Naima bu tarihi, eserinde uzun uzadıya anlatma gereği hissetmiştir. Nasihatname yazarları Naima’nın izinden gidip, bu tarihi Osmanlı için milat olarak görmüşlerdir. Bozulmanın (fesat) tarihi olarak bu tarih belirlenirken, ideal bir tarih bulma ve düzeni tekrar belirlenen tarihe göre ayarlama (altın çağ genellikle Kanuni dönemi) nasihat türü eserlerde sıkça rastlanır.

17. yüzyılda devletin çöküşünü, yönetici kadronun çürümüşlüğünü ve yetersizliğini, yasaların işlemez olduğunu görenlerin sayısı çoğalmıştır. Bu yüzyılda Ayni Áli Efendi, Kavânîn-i Âl-i Osman der Mezâlim-i Defter-i Divan adını taşıyan bir kitap yazmış; tımar ve zeametin dağılmasının yolsuzluklara yol açtığını, bu alanda düzeltme yapılması gerektiğini savunmuştur. Koçi Bey’in IV. Murad’a sunduğu layiha yine devletin kötü gidişini ifade etmektedir. XVII. yüzyılın ıslahatçı düşünürü hiç süphesiz Kâtip Çelebi’dir. Medreselerin çöküntü içinde bulunduğunu, ıslahının kaçınılmaz olduğunu belirttiği Mizanü’l-Hak ile ikinci risalesi Düstûrü’l-Amel li Islahı’l-Halel’inde cesurca devlet adamlarının basiretsizliğini eleştirerek çözüm yolları aramıştır. Islahat layihalarında zaman zaman hükümdarın acz içinde bulunduğunun vurgulanmasından da çekinilmemiştir.

Nasihat literatürü, Osmanlı çözülüşüne çare olmaktan çok ideal bir döneme dönmek gibi menfi bir sonuç doğurmuştur. Bu, yeniliklere önemli bir direnç oluşturup gerilim yaratmıştır. Bu gerilimin arkasında, ısrarla vurguladığımız gibi iktidar gruplarının kendi iç hesaplaşmaları yatar. Bu hesaplaşma, 18. yüzyılda yenilikçiler lehine dönmüş ve “kadim” yerini “cedide”ye bırakmıştır.

Kalemiye mensupları, 17. yüzyıldan itibaren İmparatorluğun içinde bulunduğu krizi aşma noktasında yaptıkları düşünce üretiminde, kendi sınıflarını merkeze alarak İmparatorluğu dönüştürmeyi hedeflemişlerdir. İmparatorluğu askerî bir imparatorluktan bürokratik bir devlete dönüştürmek isteyen kâtip sınıfını dört kuşak ve çağ üzerinden okumak mümkündür.

  1. Kâtip Çelebi’nin de içinde bulunduğu “Çelebiler Çağı”: Bu çağa başta Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi, Hezarfen Hüseyin Çelebi, Yirmisekiz Çelebi Mehmet ve İbrahim Müteferrika’yı dâhil etmek mümkündür. Bu isimlerin yazın dünyasına baktığımızda yeni dünyaya karşı meraklı; Osmanlı dünyası dışında olup biteni kavramaya ve anlamaya çalışan bir ortak tavır içinde oldukları anlaşılır. Kadim karşısında “yeni” yaklaşımını öne çıkarırlar.
  2. “Sefirler ve Reîsülküttâplar Çağı”: Yirmisekiz Çelebi Mehmet ile başlayan bu çağ içinde Ahmet Resmi, Ebubekir Ratıp Efendi, Reîsülküttâp Atıf Efendi, Mahmut Raif Efendi, Sadık Rıfat Paşa ve Mustafa Reşit Paşa yer alır.
  3. “Münevverler (Aydınlar) Çağı”: Tercüme Odasında yetişmiş başta Mustafa Reşit, Âli ve Fuat Paşalar, Münif Paşa, Hayrullah Efendi, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa vd. İmparatorluğu askerî bir imparatorluktan bürokratik -parlamenter- monarşiye dönüştürmek için çabalamışlardır. Bu söz konusu kuşakların yazın dünyasının ortak teması imparatorluğu kurtarmak ve dönüştürmektir. Bu dönüşümde kendilerine tuttukları ayna ise Avrupa’dır.
  4. Kahramanlar çağı ifadesi Tanzimat’tan sonraki dönemde ve genellikle basım yayım yoluyla şekillenmiş veya şekillendirilmiş insanları ve dönemi nitelendirmek için kullanılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fethi Okyar, Refet Bele gibi isimlerin askerî okul çağlarında Yeni Osmanlılar ve onların takipçileri Jön Türklerden etkilendikleri bir gerçektir. Bu bağlamda Cumhuriyet uzun bir tarihsel sürecin sancılı bir düşünce tarihinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır denilebilir. Bu sürece ve sürecin siyasi ve düşünce aktörlerine daha yakından bakalım.

Edirne Vakası: 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başlarında Osmanlı kurumsal yapısı içerisinde sert iktidar mücadeleleri yaşanmıştır. II. Mustafa, devlet yönetiminde söz sahibi olan Köprülüleri tasfiye etmek için ilmiye mensuplarının başında bulunan hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi’yi yönetimde söz sahibi hâline getirmiştir. Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin devlet idaresindeki kayırmacı ve tahakkümcü yaklaşımı ise yeni bir mücadeleye ve 1703 Edirne Vakası’nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu mücadeleye İstanbul halkı, sivil ve askerî devlet erkânı da dâhil olmuştur. Meydana gelen mücadelede II. Mustafa, babası IV. Mehmet gibi tahttan indirilmiş ve Şeyhülislam Feyzullah Efendi hayatını kaybetmiştir. Köprülülerin uzun uğraşları neticesinde 1703’te III. Ahmed tahta çıkarılmıştır.


Tımar Sistemi: Osmanlı merkez vilayetlerinde bir süvari birliğini ve askerî-idarî hiyerarşiyi desteklemek amacıyla yapılan ve miras yoluyla geçmeyen tahsisatı ifade eder. Tımar sistemi, imparatorluğun sadece askerî-idarî teşkilatlanmasının temel direği olmakla kalmamış, aynı zamanda mirî arazi sisteminin işleyişinde, köylü-çiftçilerin statüleri ve ödeyecekleri verginin belirlenmesinde ve imparatorluğun klasik çağında (1300-1600) tarımsal ekonominin yönetiminde esas belirleyici faktör olmuştur.


Dikkat: İmparatorluğu askerî bir imparatorluktan bürokratik bir devlete dönüştürmek isteyen kâtip sınıfını dört kuşak ve çağ üzerinden okumak mümkündür: Çelebiler Çağı, Sefirler ve Reîsülküttâplar Çağı, Münevverler (Aydınlar) Çağı, Kahramanlar Çağı.



Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

Türk İnkılabı sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın